“Koştur koştur geldim eve. Yemek yap, ortalığı topla, çay koy derken akşam olmuş. Gülümsemeliyim, melek gibi olmalıyım ki sorunsuz bir akşam geçsin. Sorunsuz bir akşam geçsin ki sabah olsun.”
<Sabah olmadı, güneş doğmadı. Ben bir insan olarak değil “melek” olarak öldüm. Kimse duymadı.>
<O gün gülümseyemedim ben, güneş doğmadı. Ben bir insan olarak değil “birinin eşi” olarak öldüm. Kimse duymadı.>
“ ‘Boşanacağım, olmuyor.’ ” dedim. Yok kızım halledersin, her evlilikte olur böyle şeyler, çoluğun çocuğun var bak, yazık değil mi onlara dediler. Sen de biraz güler yüz göster, otur, gülümse, sesini çıkarma hallolur her şey, anasın sen dediler.”
<Gülümsedim, oturdum. Ben bir insan olarak değil “anne olarak” öldüm, çocuklarımın önünde, sesim çıkmadan. Kimse duymadı.>
<Sesimi çıkardım, kendi sesimi duydum. Ben bir insan olarak değil “tahrik eden eş” olarak öldüm, çocuklarımın önünde, bas bas bağırarak. Kimse duymadı.>
“ ‘Gece geç saatte dışarı çıkma bak, ortalık kötü. Giyimine dikkat et. Kız başına ortalıkta dolanma, koru kendini’ dediler.”
<Ben öğlen güneşinin altında “birilerinin gencecik yavrusu” olarak öldüm. Kimse duymadı.>
<Ben yaşamak istedim, istediğim saatte istediğim yerde olabilmek istedim. Gecesi gündüzü yok, “o saatte şunu giyip dışarı çıkan kız” olarak öldüm. Kimse duymadı.>
"Koca parası yiyor, memleketimizde barınıyor, çoluk çocuk sahibi olup gitmiyorlar” dediler.
<Ben her yanını tanıdığım bu memleketin sokaklarında “bir Rus kadın” olarak öldüm. Kimse duymadı.>
“Dokundular bana, ben istemedim. Yaşım önemsiz. ‘Anlatma kimseye, inanmaz kimse sana. O öyle biri değil sen biliyorsun.’ dediler. Sineye çek, düzgün otur, fazla gülme, yaklaşma dediler.”
<Bu sefer ben sabah olsun istemedim. Güneşin doğduğuna inanmadım. Bir not olmaksızın gittim. Kimse duymadı, duyurmadılar.>
İyi niyetli, masum, melek gibi, saf, kötülük etmemiş,
gencecik kızlarımız, kardeşlerimiz, yavrularımız, kadınlarımız, annelerimiz, ablalarımız…
Cennete gittiler.
Bara giden, mini etek giyen, gecenin üçünde dışarda olan, kocasına bağıran, anlaşamayan, dövmeli, piercingli, başkasının evindeki, eşcinsel, trans yasak aşk yaşayan, aldatan, çalışan, her yere giden kötü kızlar…
kadınlar, bizim tanık olmadığımız kadınlar.
Kör, sağır, dilsiz olmanın kolay olduğu kadınlar. Suçluluk duymamanın, üzülmemenin bahanesi olan kadınlar.
Kadının adı var, boy boy resmi var.
Failin adı iki harf arası bir nokta.
Kadının nerede olduğu, kiminle olduğu, ne giydiği, ne taktığı, hangi saatte başına neyin geldiği çarşaf çarşaf.
Failin resmi blurlu.
Kadının dövmesi var, sesi var, kanı var.
Failin takım elbisesi onurlu.
Kadınlar öldürülüyor, kadın oldukları için.
Kadınlar dövülüyor, kadın oldukları için.
Geriye kalanlar için atıp tutmak mı? Orası kolay.
“Kızımız” iyiyse vah vah, kötüyse yuh yuh.
Ağzımızı açmak, kınamak, konuşmak, kafamızı çevirmek, yokmuş gibi davranmak ne kolay.
Kadınların değerini saflığından, melekliğinden, anneliğinden, ne kadar şiddet gördüklerinden, nerede şiddet gördüklerinden belirlemek ne çok işimize gelir.
Bir gün yeri göğü inletip yarın unutmak mı? Olur tabi.
Şiddet gören kadınların ahlakı, namusu, evlatlığı üzerinden konuşup şiddetin, cinayetin hangi akla mantığa ahlaka sığabildiğini konuşmamayı seçmek.
Gönüller rahat, kimin suçlanacağı belli. Çok kolay olur.
Her kadın yaşamalı. Korkusuzca, özgürce, insanca.
Sıla